(Bu metin daha önce yayınlanmıştı, vakit buldukça "EK" başlığını taşıyan bölümlerle, hattâ fotoğraflarla genişleteceğim)
Kimi
çeviriler
çevirmenleriyle
anılır.
Gombrich'in
“Sanatın
Öyküsü”
eseri
de
sanat
tarihçisi,
akademisyen,
büyük
Türkçeci
ve
usta
çevirmen
Bedrettin
Cömert'in
adıyla
anılıyordu,
hattâ
öylesine
anılıyordu
ki,
hiç
kimsenin
aklına
Sanatın
Öyküsü'nün
1997
baskısının
iç
kapağına
bakmak
gelmedi.
Tam
14 yıl,
yani
Sanatın
Öyküsü'nün
tam
beş
baskısını
Bedrettin
Cömert
çevirisi
diye
alıyoruz
ve
14 yıldır
yanılıyoruz.
Meğer
Gombrich,
bu
eserini
“büyük
ölçüde”
değiştirmiş,
hal
böyle
olunca
da
bu
“yeni”
Sanatın
Öyküsü,
Remzi
Kitabevi'nin
iki
yöneticisi,
Erol
Erduran
ve
Ömer
Erduran
tarafından
çevrilmiş.
Bunu
ben
iddia
ediyor
değilim,
eserin
2007
yılı
Türkçe
baskısının
iç
kapağında
aynen
şunlar
yazılı
(Metnin
imlası
olduğu
gibi
yayınevine
aittir):
Bu
çeviri
Phaidon
Press
Limited'in
izniyle
kitabın
(genişletilmiş
ve
yeniden
düzenlenmiş)
on
altıncı
basımından
(1997)
yapılmıştır.
Çevirenler:
Erol
Erduran-Ömer
Erduran
Metin
(text)
1995
E.H.
Gombrich
Çeviri
(translation)
1997
Remzi
Kitabevi
“Bu
kitabın
ilk
çevirisi
1980
yılında
İtalyanca'dan
Bedrettin
Cömert
tarafından
yapılmış;
daha
sonraları
orjinale
yapılan
eklemelerin
çevirileri
ise
yayınevimiz
tarafından
gerçekleştirilmişti.
Kitabın
İngilizce
orijinali,
on
altıncı
basımda
büyük
ölçüde
değiştirildi.
Yeni
resimler,
yeni
metinler
ve
yeni
bölümler
ile
kitap
yepyeni
bir
nitelik
kazandı
ve
kitabın
bu
kez,
İngilizce
aslından
ve
yeniden
çevrilmesi
gerekti.
Okurların
bu
yeni
çeviriyi
de
beğeniyle
karşılayacaklarını
ve
bu
çevirinin
onları
sanata
yakınlaştırmada
yararlı
olacağını
umuyoruz.
Birinci
Basım:
Kasım,
1997
Beşinci
Basım:
Mayıs,
2007
Bu
ifadeler,
1997
Türkçe
baskısının
iç
kapağında
da
yer
almaktadır.
Şu
halde
1997'den
2007'ye
tam
beş
baskının
aynı
olduğu
sonucunu
çıkarabiliriz.
Şimdi
bir
taşla
iki
kuş
vurmaya
geldi
sıra;
yanlış
anlaşılmasın,
avcılığa
karşıyım,
hele
de
kuşların
sapanla
vurulması
içimi
acıtır
ama
bu
“kuşlar”,
o
serçelere,
o
kumrulara,
o
güvercinlere
benzemiyor.
Yukarıda
alıntıladığım
ifadeleri
tek
tek
açayım.
“Bu
kitabın
ilk
çevirisi
1980
yılında
İtalyanca'dan
Bedrettin
Cömert
tarafından
yapılmış”
(...)
Bu
ifadeye
inanacak
olursak,
11
Temmuz
1978
günü,
Hacettepe
Üniversitesi'ndeki
olayları
araştırmak
için
kurulmuş
olan
komisyondaki
başkanlık
görevini
sürdürdüğü
sırada
üç
milliyetçi
tarafından
katledilen
Bedrettin
Cömert,
kitabı
1980
yılında,
üstelik
İtalyanca'dan
çevirmiş.
Sanatın
Öyküsü'nün
çevirisinden
dolayı
1977
TDK
Çeviri
Ödülü'nü
alan
aynı
Bedrettin
Cömert'ten
bahsediyoruz
değil
mi?
Üzerinde
Remzi
Kitabevi
logosu
ile
iç
kapakta
“Dizgi,
baskı
ve
cilt:
Yükselen
Matbaacılık
Limited
1976”
ibaresinin
yer
aldığı
Sanatın
Öyküsü'nün
“Çevirenin
Önsözü”
kısmında
Bedrettin
Cömert
aynen
şu
ifadeleri
kullanıyor:
“(...)Ayrıca,
çevirmen
olarak
adımı
görmekten
gurur
duyduğum
bu
yapıtın
dilimize
kazandırılmasında
gösterdiği
çaba
ve
titizlikten
dolayı
Remzi
Kitabevi'nin
dürüst
ve
anlayışlı
yöneticisi
sayın
Erol
Erduran'ı
bu
hizmetinden
dolayı
kutlamak
isterim.
Hiç
de
kolay
olmayan
bu
emeğimi
ise
karım
Agostina'ya,
oğullarım
Ergun
ve
Kemal'e
adıyorum.
B.
Cömert”
Yine
1976
baskısının
iç
kapağında
aynen
şu
ifade
yer
alıyor:
“1972
yılında
yapılan
on
ikinci
basımında
yeniden
düzenlenmiş
ve
genişletilmiştir.
©
Phaidon
Press
Limited”.
Bunun
“bir
hata”
olduğu
ileri
sürülebilir
elbette,
o
halde
“Çevirenler:
Erol
Erduran-Ömer
Erduran”
ifadesinin
altında
yer
alan
cümlenin
geri
kalanını
yeniden
okuyalım;
(...)
“daha
sonraları
orjinale
yapılan
eklemelerin
çevirileri
ise
yayınevimiz
tarafından
gerçekleştirilmişti.
Kitabın
İngilizce
orijinali,
on
altıncı
basımda
büyük
ölçüde
değiştirildi.
Yeni
resimler,
yeni
metinler
ve
yeni
bölümler
ile
kitap
yepyeni
bir
nitelik
kazandı
ve
kitabın
bu
kez,
İngilizce
aslından
ve
yeniden
çevrilmesi
gerekti.”
Bu
ifade
de
hiçbir
kuşkuya
yer
bırakmadan,
apaçık
şunları
söylemektedir;
a)
Eserin
gövde
metni
İngilizce
on
altıncı
basımda
“büyük
ölçüde”,
yani
yeniden
çevrilmesi
gerekecek
kadar
değişmiştir.
b)
Remzi
Kitabevi'nin
kurucusu
Remzi
Bengi'nin
damadı
Erol
Erduran
ile
torunu
Ömer
Erduran
(burası
tamamen
internet
bilgisi,
doğru
olmayabilir),
yani
yayınevinin
bu
iki
yöneticisi,
eserin
“çevirmenleridir”.
Şu
halde
eserin
1976
yılı
Bedrettin
Cömert
çevirisi
ile
1997
yılı
Erol-Ömer
Erduran
basımı
(asla
ve
asla
Erol-Ömer
Erduran
çevirisi
demeyeceğim)
arasında
“hiçbir”
benzerliğe
rastlamayacak
olmamız
gerekir
değil
mi?
Bir
eserdeki
“Fotoğraflar,
dizin”
vs.
gibi
eserin
gövdesine
değil
de
eserin
okuyucuya
sunumuyla
ilgili
editoryal
seçimler
elbette
eserin
çeviri
incelemesinin
konusu
olamaz.
Şu
halde
Sanatın
Öyküsü'nün
1976
ile
2007
baskılarının
karşılaştırmasında
“önsöz”,
“dizin”,
“haritalar”,
“zamandizin
cetveli”,
“teşekkürler”
gibi
kısımları
değerlendirme
kapsamına
alamayız.
Sanatın
Öyküsü'nün
Türkçe
1976
tarihli
ilk
baskısı
(siyah-beyaz)
ile
2007
baskısı
(renkli)
28'er
bölümden
oluşuyor;
ilkinin
sayfa
sayısı
baştan
sona
(yani
dizin
gibi
ek
kısımlar
dahil)
497,
2007
baskısı
ise
tam
688
sayfa.
1976
Türkçe
baskısındaki
“Değişen
Görünüm:
Ek
Bölüm”
başlığı
altındaki
bölüm
2007
baskısında
bulunmuyor;
onun
yerine
“Sonu
Olmayan
Öykü”
başlığı
altında
tek
bir
“yeni”
bölüm
var
ve
tam
37
sayfa
(Gombrich
zaten
bunun
daha
önceki
baskılarda
olmadığını
bölümün
içinde
bizzat
ifade etmiş);
kalan
27
bölümün
başlıkları,
kimileri
yakın
anlamlarla
ikame
edilse
de
tamamen
aynı
(1976,
“Doğu
Sanatına
Bakış”;
2007,
“Doğuya
Bakarken”
/
1976,
Us
Çağı;
2007
“Akıl
Çağı”
/1976,
“Parçalanan
Gelenek;
2006,
“Gelenekten
Kopuş”).
Demek
oluyor
ki,
bu
“yepyeni”,
yani
Bedrettin
Cömert
çevirisinde
bulunmayan
37
sayfalık
bölümü
dışarıda
bırakırsak,
aradaki
sayfa
sayısı
fazlalığının
nedenini
sadece
yeni
resimlerin
eklenmesi,
sayfa
düzeni
gibi
editoryal
kararlarda
değil,
metnin
kendisinde
de
görebilmemiz
gerekiyor,
zira
Remzi
Kitabevi
1997
yılı
baskısından
itibaren
iç
kapağa
yazmış
olduğu
ibareyle,
tekrar
ediyorum,
“özgün”
metnin
büyük
ölçüde
değiştiğinden
dolayı
“yeniden
çevrildiğini”
iddia
ediyor
(Diğer
iddiası
da
ilki
İtalyanca'dan,
“yenisi”
İngilizce'den).
Dolayısıyla
aynı
kaynak
metnin
iki
farklı
çevirmen
tarafından
yapılan
birbirinden
bağımsız
çevirilerinde
ne
tür
benzerliklere
hangi
koşullarda
rastlanabileceğinin
ayrıntılarına
burada
girmeme
gerek
yok,
dahası
bu
iddia
karşısında
özgün
metinleri
karşılaştırmaya
da
gerek
yok;
yapılması
gereken
tek
şey,
1976
baskısı
ile
2007
baskısını
(veya
1997-2007
arasındaki
baskılardan
herhangi
birini)
yan
yana
koymak
ve
satır
satır
okumak.
Ancak
bu
satır
satır
okumayı
yaparken
“editoryal
seçim”
kapsamına
giren
“terimleri”
(Örneğin
Alpötesi,
Alpler'in
kuzeyi;
izlenimcilik
vs),
bahsi
geçen
eser
adlarını
(Örneğin
tablolar,
heykeller,
bunlar
her
zaman
için
değiştirilebilir,
yeniden
Türkçeleştirilebilir)
dikkate
almamak
gerekir.
En
incelikli,
dolayısıyla
ortaya
çıkarılması
için
daha
fazla
zaman,
daha
yoğun
bir
çalıştırma
gerektiren
intihal
türü,
bir
eserin
farklı
iki-üç
çevirisinin
kısım
kısım
devşirilmesiyle
yapılır.
Oysa
burada
daha
“kaba”
bir
el
çabukluğu
görüyoruz,
tespit
ettiğim
“kalem
oynatma”
türlerini
iki
başlıkta
ele
alabilirim
(Tuğla
kalınlığındaki
iki
basımı
buraya
olduğu
gibi
kopyalayamayacağımdan
dolayı
birkaç
örnekle
yetinmek
zorundayım):
1)
Cümle
yapılarıyla
oynamalar:
Burada
özellikle
Bedrettin
Cömert
çevirisinde
aralarında
nokta
veya
noktalı
virgül
bulunan
cümlelerin
birleşik
hale
getirildiğini
görebiliyoruz.
17'inci
bölüm,
1976-Bedrettin
Cömert
Bilginin
yeniden
doğuşuyla
ilgilenen
herkes
İtalya'ya
yöneliyordu.
İtalya,
klasik
dünyanın
bilgi
ve
hazinelerinin
bulgulanması
için
gidilen
bir
yer
olmuştu.
2007,
Erol-Ömer
Erduran
Bilginin
yeniden
doğuşuyla
ilgilenen
herkes
klasik
dünyanın
bilgi
ve
hazinelerinin
keşfedildiği
yer
olan
İtalya'ya
bakmayı
alışkanlık
haline
getirdi.
11'inci
bölüm,
1976-Bedrettin
Cömert
XIII.
yüzyıl
büyük
katedraller
yüzyılıdır.
Bu
katedrallerde
hemen
bütün
sanat
dalları
kullanılmıştır.
2007,
Erol-Ömer
Erduran
XIII.
Yüzyıl
hemen
hemen
bütün
sanat
dallarının
yer
aldığı
büyük
katedraller
yüzyılı
olmuştur.
12'inci
bölüm,
1976-Bedrettin
Cömert
Giotto
da,
sanatın
yeniden
doğmasını
sağladığı
için
övülmüştür.
Bu
yeniden
doğma
sözüyle
anlatılmak
istenen
şuydu:
Onun
da
yapıtı,
Yunan
ve
Roma
yazarlarının
övgüsünü
kazanan
ünlü
ustaların
sanatıyla
eşdeğerliydi.
2007,
Erol-Ömer
Erduran
Giotto
da,
sanatın
gerçek
dirilişini
sağlayan
bir
usta
olarak
bu
şekilde
göklere
çıkarılırken,
halk
onun
sanatının
Yunan
ve
Roma
antikite
yazarlarının
övdüğü
ünlü
ustalarla
eş
değerde
olduğunu
söylemek
istiyordu.
2)
Kelimeye
dayalı
oynamalar:
Sözdizimiyle
oynanmadığı
durumlarda
ise
Bedrettin
Cömert
çevirisindeki
kelimelerin
(a)
yakın
anlamlı
kelimelerle
ikame
edilmesine;
(b)
iyelik,
yapım
veya
hal
eklerinin
-fiil
çekimlerini
de
sayabiliriz-
değiştirilmesine;
(c)
aynı
sözdizimine
başka
kelimeler
katıldığına
veya
mevcut
kelimelerin
eksiltildiğine
tanıklık
ediyoruz.
Hattâ
bazı
“rakamlar”
vereyim;
hiç
üşenmeyip
belli
bir
yere
kadar,
her
iki
“kitaptaki”
kelimeleri
saydım
ve
aynı
olan
kelimelerin
sayısını
saptadım
(Özel
isimler,
kavramlar
gibi
editoryal
kararları
hesaplama
dışında
bırakırken
bağlaçları
hesaplamaya
dahil
ettim.
Şu
durumda
kökü
aynı
olup
farklı
hallerde
kullanılmış
kelimeleri
“aynı”
kabul
etmek
elbette
yanlış
olmaz;
örneğin
“kimse-ye”
/
“kimse-lere”)
İlk
rakam,
2007-Erol/Ömer
Erduran'ın
bir
sayfasındaki
bulunan
kelime
sayısını,
ikinci
rakam
ise
o
bölümün
Bedrettin
Cömert
çevirisinde
denk
düştüğü
kısımda
bire
bir
aynı
bulunan
kelimelerin
sayısıdır:
304-285;
52-49;
47-47;
64-64;
127-119;
170-108;
187-148;
189-177;
98-96;
180-169;
186-160;
89-83.
Bu
böyle
sürüp
gidiyor.
Bunların
hepsi
için
şu
alıntılara
göz
atabilirsiniz
(koyu
yazılmış
kelimeler
ikame
edilmiş,
eklenmiş
veya
eksiltilmiş
olanlar):
GİRİŞ,
1976-Bedrettin
Cömert
Bu,
kuşkusuz
abartılmış
bir
örnek.
Ne
var
ki,
benzer
yanılgılar,
ilk
bakışta
sanıldığı
gibi
pek
de
seyrek
değildir.
Hepimiz,
alışılmış
renk
ve
biçimleri,
biricik
doğru
renk
ve
biçimlermiş
gibi
sayma
eğilimindeyizdir.
Çocuklar
kimi
zaman,
yıldızların,
aslında
hiç
de
öyle
olmadıkları
halde,
yıldız
biçiminde
olduğuna
inanırlar.
Bir
tabloda
gökyüzünün
mavi,
otun
da
yeşil
olmasında
direnen
kimselerin,
bu
çocuklardan
pek
farkı
yoktur.
Bu
kimseler,
bir
tabloda
başka
renkler
görünce
öfkelenirler.
Oysa,
mavi
gök
ve
yeşil
çayırlara
ilişkin
her
şeyi
unutmayı
bir
denesek;
sanki
bir
keşif
yolculuğunda,
başka
bir
gezegenden
şimdi
gelmişçesine
dünyaya
bakıp
onu
ilk
görmüş
gibi
olsak,
işte
o
zaman
nesneler
daha
değişik
ve
şaşırtıcı
renklerle
görünürlerdi
bize.
2007,
Erol-Ömer
Erduran
Bu,
kuşkusuz
abartılmış
bir
örnek.
Ancak,
benzer
yanılgılar,
ilk
bakışta
sanıldığı
gibi
pek
de
seyrek
değildir.
Hepimiz,
alışılmış
renk
ve
biçimleri,
biricik
doğru
renk
ve
biçimlermiş
gibi
kabul
etme
eğilimindeyizdir.
Çocuklar
kimi
zaman,
yıldızların,
aslında
hiç
de
öyle
olmadıkları
halde,
yıldız
biçiminde
olduğuna
inanırlar.
Bir
tabloda
gökyüzünün
mavi,
otun
da
yeşil
olmasında
direnen
kimselerin,
bu
çocuklardan
pek
farkı
yoktur.
Bu
kimseler,
bir
tabloda
başka
renkler
görünce
öfkelenirler.
Oysa,
mavi
gök
ve
yeşil
çayırlara
ilişkin
duyduğumuz
her
şeyi
unutmayı
bir
denesek;
sanki
bir
keşif
yolculuğunda,
başka
bir
gezegenden
şimdi
gelmiş
ve
dünyayı
ilk
kez
görüyor
gibi
olsak,
işte
o
zaman
nesneler
daha
değişik
ve
şaşırtıcı
renklerle
görünebilirdi
bize.
10.
Bölüm,
1976-Bedrettin
Cömert
Biraz
önce,
Roman
sanatını
Bizans
sanatıyla,
hatta
eski
Doğu
sanatıyla
karşılaştırdık.
Fakat
bir
özellik
yüzünden,
Batı
Avrupa,
Doğu'dan
her
zaman
çok
derin
bir
biçimde
ayrılmıştır.
Doğu'da
üsluplar
binlerce
yıl
sanki
hiç
değişmemecesine
sürüp
gidiyordu.
Batı,
bu
durağanlığa
düşmemiştir.
Hep
tedirgin,
hep
yeni
çözümlere
ve
yeni
yollara
doğru
atılım
içinde
olmuştur.
2007,
Erol-Ömer
Erduran
Az
önce,
Roman
sanatını
Bizans
sanatıyla,
hatta
eski
Doğu
sanatıyla
yan
yana
koymuş,
karşılaştırmıştık.
Ama
bir
konuda
Batı
sanatı
daima
Doğu
sanatından
farklı
olmuştur.
Doğu'da
bu
üsluplar
binlerce
yıl
sürüyordu
ve
bunları
değiştirmek
için
hiçbir
neden
görünmüyordu.
Batı
hiçbir
zaman
bu
durağanlığa
düşmedi.
Daima
kıpır
kıpırdı,
durmadan
yeni
çözümler,
yeni
düşünceler
peşindeydi.
Şunu
noktayı
vurgulamak
isterim;
2007,
Erol-Ömer
Erduran
basımının
Bedrettin
Cömert
çevirisinden
sözdizimi
çerçevesinde
farklılaştığı,
kimi
zaman
farklı
anlamlar
kazandığı,
yer
yer
“genişlediği”
kısımlar
mevcut.
Buna
da
bir
örnek
vereyim:
3'üncü
bölüm,
1976-Bedrettin
Cömert
Klasik
Yunan
yazarlarınca
adı
bile
anılmayan,
örneğin
Fidias'ın
kuşağından
Atina'lı
Miron'un
Disk
Atan
Adam'ı
gibi
yapıtlar,
atlet
heykellerinin
yok
edilmesiyle
uğradığımız
zararı
değerlendirmemize
yardımcı
oluyorlar.
2007,
Erol-Ömer
Erduran
Klasik
Yunan
yazarları
tarafından
sözü
bile
edilmeyen
bu
çeşit
çalışmalar,
atlet
heykellerinin
en
ünlüsü
olan
ve
Fidias'la
aynı
kuşakta
yaşamış
olduğu
sanılan
Atinalı
heykelci
Miron'un
yaptığı
“Disk
Atıcısı”
(Discobolos)
heykelini
görmemekle
neler
kaçırdığımızı
bize
hatırlatıyor.
Haksızlık
etmeyeyim;
Erol-Ömer
Erduran
basımında
olup
da
Bedrettin
Cömert
çevirisinde
bulunmayan
kimi
cümleleri
parmak
hesabıyla
saymak
mümkün.
O
halde
yukarıda
da
alıntıladığım
üzere
Remzi
Kitabevi'nin
“eserin
yeniden
çevrilmesini
gerektirecek
büyük
ölçüde
değiştiği”
iddiasını
bir
kez
daha
hatırlayalım.
Bu
iddia büsbütün gerçekdışı. İki
metin
birbirini
öylesine
andırıyor
ki
ancak
tek
bir
sonuca
varabiliriz:
Gombrich
olsa
olsa
metne
“küçük
dokunuşlarda”
bulunmuş,
bu
“küçük
dokunuşlar”
da
Bedrettin
Cömert
çevirisine
işlenerek
intihal
yapılmış
ve
bu
intihal
cinayetinin
faillerinin
adları
çevirmen
namıyla
Erol-Ömer
Erduran
olarak
yazılmıştır.
Gombrich'in
metni
asıl
olarak
her
iki
basımda
da
mevcut
olan
“27.
Bölüm:
Deneysel
Sanat”
adlı
bölümün
ortalarına
doğru
“Gauguin,
Tahiti'den
yazdığı
mektuplardan
birinde”
ile
başlayan
paragraftan
itibaren
“değişmeye
başlıyor”.
Bahsettiğim
paragraf
2007
baskısının
586'ıncı
sayfasında,
bölüm
zaten
597'de
bitiyor.
Bu
metnin
başında
da
söylediğim
üzere
son
bölüm,
yani
“28
Sonu
Gelmeyen
Öykü”
başlıklı
bölüm
ise
bu
intihal
cinayetinde
“gerçek”
anlamdaki
tek
çeviri
kısım.
Bedrettin
Cömert
çevirisine
Gombrich'in
metninin
ana
gövdesindeki
ufak
değişiklikleri
işlemek
“redaksiyonun”
bir
parçasıdır,
“yeniden
çevrildi”
diyerek
“Çevirmen”
adı
olarak
başkalarının
adını
yazıyorsanız
bunun
adına
“gasp”
denir.
Şu
yapılabilirdi;
Çevirmen
olarak
elbette
hak
ettiği
üzere
Bedrettin
Cömert'in
adı
yazılır,
buna
“28'inci
bölümün
çevirisi
X
tarafından
yapılmıştır”
ibaresi
eklenir,
hemen
altına
da
“Redaksiyon:
X
kişisi”
açıklaması
yazılabilirdi.
Emeğin
ucuz
görüldüğü
yerde
gasptan
başka
ne
beklenir?
İntihal
her
ne
kadar
bir
hak
gaspı
olsa
da
diğer
gasp
türlerinden
epeyce
ayrı
bir
yerde
duruyor.
Yani
birinin
“intihal
yaptığını”
kanıtlamanız
hiçbir
işe
yaramaz.
Sadece
ve
sadece,
intihal
edilenin
yasal
varisleri
söz
konusu
intihalci
karşısında
“yasal
haklarını”
arayabilirler.
Ancak
kanıt
derken,
bu
ülkenin
hukuk
tarihine
geçecek
“virüslü
dijital
belgeler”
veya
“gündelik
hayatın
ritmine
uymayan
19
çakmak”
gibisinden
(Benim
evimde
tam
tamına
16
çakmak
var,
bunlardan
ikisi
muhtar
çakmağı,
diğeri
de
havalı
tabanca
tüpünden
tornada
elle
yapılmış
ilginç
bir
çakmak,
yani
kesin
örgüt
lideriyim)
komedi
filmlerine
konu
olacak
öğelerden
bahsetmiyorum,
üstelik
bir
şeyi
“kanıtlamış”
değilim,
zira “kanıtlamak”
kimi
çetrefilli
durumlarda
belli
bir
yöntemsel
süzgeçle,
sağlam
bir
ilişkilendirme
süreciyle
varılan
sonuçtur;
burada
ise
yayıncı
tarafından
“birbirinden
tamamen
farklı”
olduğu
öne
sürülen
iki
metnin
yan
yana
konmasının
kendisi
“kanıt”.
Şimdi
gelelim
bu
konu
hakkında
Remzi
Kitabevi'nden
yapılabilecek
“olası”
açıklamalara.
Elbette
bu
çıplak
gerçeği
reddedecekler
ve
ilk
cümleleri
şöyle
olacaktır
“Bedrettin
Cömert
çevirisiyle
kimi
benzerlikler
olabilir.”
Kimi
benzerlikler
mi?
O
halde
belki
daha
uygun
ortamlarda
“benzerlik”
ve
“fark”
kavramları
hakkında
intihal
incelemesinin
şanından
bir
ders
vermem
gerekir;
benzemiyor,
zaten
aynı.
Diğer
bir
olası
savunmaları
da
“Gombrich,
bizim
de
Türkçe
baskısına
koyduğumuz
16.
Baskıya
Önsöz'de
bunun
yeni
bir
metin
olduğunu
söylüyor”
olabilir.
Evet
Türkçe
baskıya
Gombrich'in
İngilizce
aslının
16.
Baskısı
için
yazdığı
önsöz
eklenmiş.
Gombrich
o
önsözde,
ki
şu
anda
önümde
açık
duruyor,
metnin
değiştiğini
değil
kitabın
editoryal
kararlarıyla
ilgili
biçim
değişikliğinden,
resimlerin
üzerinde
durarak
bahsediyor:
“Kitabın
son
biçim
değiştirmesi,
başlangıçtaki,
okurun
resimler,
metinle
birlikte
görmesi
ilkesine
dönülmesini
isteyen,
resimlerin
basım
kalitesini
ve
boyutlarını
artıran
ve
mümkün
olan
yerlerde
sayısını
çoğaltan,
Phaidon
Press
yayınevinin
şimdiki
sahibi
Richard
Schlagman
sayesinde
oldu”
Ardından
da
içeriğe
kattığı
sekiz
sanatçıyı
sıralıyor
ve
şöyle
diyor:
“Bunun
dışında
eklenecek
sanatçıları
sadece
XX
yüzyılla
ilgili
bölümlerle
sınırladım.
Bu
kitabın
Almanca
baskısından
Alman
Ekspresyonizminin
iki
ustasını,
Doğu
Avrupa'nın
“sosyalist
realist”lerine
çok
önemli
etkileri
olan
Kathe
Kollwitz
ile
yeni
ve
güçlü
bir
grafik
üslubu
getiren
Emil
Nolde'yi
aldım
(sayfa
566-567,
resim
368-369).
Brancusi
ve
Nicholson
(sayfa
581-583,
resim
380-382)
soyut
sanatı;
de
Chirico
ile
Magritte
Sürrealizmi
(sayfa
590-591,
resim
388-389)
ele
alışımı
güçlendirmek
için
eklendiler.”
Gombrich
de
benim
söylediğimi
söylüyor,
bahsettiği
“değişiklik”
metnin
ana
gövdesinde
değil,
sonunda,
27'inci
bölümün
yarısından
sonra
ve
zaten
yeniden
yazdığı
28'inci
bölümde.
Umarım
“Bedrettin
Cömert
çevirisiyle
tabii
ki
karşılaştırdık”
derler,
intihalin
bundan
güzel
bir
itirafını
bilmiyorum.
Okuyucu
için
de
bir
şeyler
söylemek
gerekiyor;
eğer
gerçek
anlamıyla
“çeviri”
istiyorsanız
çevirmeni
denetlemeye
kalkmadan
önce,
çevirmen
ne
yer
ne
içer,
nasıl
yaşar,
hakları
nasıl
gaspedilir,
sonra
birtakım
edebiyat
uzmanlarınca
orada
burada,
kimi
zaman
sinsice,
kimi
zaman
cahilce
nasıl
ipi
çekilir,
bunları
da
biraz
düşünün.
İşsiz
kaldığınızda
aklınıza
ilk
“Ben
de
çeviri
yaparım”
geliyorsa,
o
zaman
hiç
kimseden
“çeviri
beklemeyin”.
Bunu, kimi “seçkin insanlar” çevirmen olabilir bağlamında
söylemiyorum elbette, zira hak gaspı çevirmenin “iyisine”
bakmamaktadır, emeğimizi satarak geçindiğimiz ve örgütsüz
olduğumuz her durum bu gasplara daha fazla kapı aralamakta.
“Çevirmenliği” lütfen hafife almayın vurgusuyla söylüyorum.
Şu
durumda
yapılması
gereken
şey,
sanırım
“Bedrettin
Cömert”
çevirisini
Bedrettin
Cömert'in
adıyla
istemektir.
Çağrım,
bütün
okurlara.
Emeğin
tokadının
geldiği
en
güzel
yer,
Şeyh
Bedrettin'ten
Bedrettin
Cömert'e,
kimi
zaman
“hatırlama
ve
hatırlatma”
görevimizi
unuttuğumuz
ama
asla
“unutmayacağımız”
isimlerin
yaptıkları,
hele
de
yazdıkları
değil
mi?
Bedrettin
Cömert'in
yukarıda
alıntıladığım
şu
cümlesini
bir
daha
tekrar
etmek
istiyorum,
iki
kelimenin
koyu
renkteki
yazılması
şahsımın
tasarrufudur:
“Ayrıca,
çevirmen
olarak
adımı
görmekten
gurur
duyduğum
bu
yapıtın
dilimize
kazandırılmasında
gösterdiği
çaba
ve
titizlikten
dolayı
Remzi
Kitabevi'nin
dürüst
ve
anlayışlı
yöneticisi
sayın
Erol
Erduran'ı
bu
hizmetinden
dolayı
kutlamak
isterim.”
Bedrettin
Cömert'in
anısına,
saygılarımla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder